featured

UÇMANIN EN İYİ TARAFI YATI TARAFI

Küçük küçük plastik şişelere koyduğum şampuan, duş jeli, düz bir ayakkabı, en az benim kadar çok şehir görmüş bir kot pantolon ile tişört ve valizden hiç çıkarılmayan bir çift terlik. Az ağırlık, çok konfor uçuşa gitmeden bir saat önce hazırladığım yatı valizimin tek kriteri. Bu işin ve yatıların insana verdiği birçok bilgi ve tecrübenin yanında, en önemli faydası, daha pratik olmak ve daha az şikayetli bir hayat yaşamayı öğrenmek. 
Herkes alışkanlıklarını sever,  onları bırakınca da mutsuz olur. Evine alışır, her gün gördüğü insanlara, tanıdık sohbetlere, keyfine uygun yatağına, yastığına, bildiği yemeklere, içtiği suya, kahveye, soluduğu havaya. Oysaki bizler, uçuşlar, yatılar arasında yıllar geçirince, bir bukalemun misali her ortama ayak uydurabilmeyi öğreniyor, her andan keyif almaya başlıyoruz. Belki de bu sayede, bağımlılık duygumuzu törpülüyoruz. Bu kadar sık farklı bir havada solumayı, farklı farklı yataklarda her çeşit tüye sahip yastıklarla yatmayı, yeni yüzler tanıyıp, hiç bilmediğin yemekleri deneyince, artık bazı şeylere farklı bir gözle bakıyorsun. İlk günlerdeki şikayetler  yerini var olanı kabullenmişliğin dayanılmaz hafifliğine bırakıyor. Hallederiz ruh hali. Gerçi bazen de…
 
Aniden çıkan bir uçuşun sonunda, hızlıca hazırlanmış bavullarımızla Ankara’daki otelin lobisinde bulduk kendimizi. Otelin balo salonunun önünde onlarca çelenk vardı.  ‘’ Düğün var galiba ” diyerek resepsiyona doğru ilerledik. Odalarımıza çıkmadan, akşam yemeğini dışarıda yemek için 20 dakika sonrasına lobide buluşmayı kararlaştırdık. Hepimizin odası aynı katta olunca, aynı anda asansörün önünde buluşmuştuk. Yatı valizlerimizi ne kadar özenli hazırladığımız üstlerimizden belli oluyordu.
” İyi ki aynı çift ayakkabıyı getirmişim… ”
” Ya ne olacak boş verin, altı üstü on dakika bir şeyler atıştırıp, geleceğiz…”
Hangi mevsime ait olduğunu anlayamadığımız bir kıyafetle karşımızda duran arkadaşımıza, ” Sanırım bunların da vizesi yok, bavuldan hiç çıkmamış ” diyerek gülmeye başladık. Halimize bakıp kendimizle dalga geçerken, asansör ara bir katta durmuştu.
Hiç beklenmeyen bir yerde, hiç beklenmeyen bir anda, hep görmek isteyeceğimiz kişi karşımızda belirmişti. İçeriye tüm ihtişamıyla Türkan Şoray girmişti. Siyah, parıltılı, göz alıcı kıyafeti içinde muhteşem görünüyordu. Yanındaki kişiyle kıyafetinin son rötuşları için telaşla konuşuyordu. O, farkımızda değildi ama biz, şaşkın ve hayranlık dolu bakışlarımızla, hala açık duran asansörün kapısından sessizce çıkıvermiştik. Asansör kapısı kapanıp, aşağıya inmeye başlayınca, birbirimize bakıp,
” Eee, neden çıkmıştık ki asansörden? Biz de aşağıya iniyorduk.”
” Hakikaten ya.”
” Bari bir fotoğraf çektirseydik.”
” Bu halinle mi? ” Tekrar gülmeye başlamıştık. Merdivenlerden inerken, kendimizle dalga geçmenin sınırlarını zorlayarak, nasıl da saçmaladığımızı konuşuyorduk. Bunlar hep basınçtan basınçtan…
Lobiye vardığımızda, karşımızda bir anda Zülfü Livaneli belirdi.  Heyecanla yanına gitmek için hızlandık, ” Ben sizin hayranınızım ” diye kendimi tanıtacaktım ki, arkadan yeniden Türkan Şoray’ın sesini duyduk. Yıldız yağmuruna mı tutulmuştuk ne? Birbirleriyle selamlaşıp, tam arkamızda duran kapıya doğru yürümeye başladılar. Merakla onları izlerken sayısız gazeteci, kamera ve yoğun flaşlar arasında kalakalmıştık. Onlar, özel bir gecenin onur konuğu olarak karşılanırken bizler, tam arkalarında, en özel yatı halimizle, arka fonda pozun içine girmiştik.
Onur konukları ve saz arkadaşları.
Elbette bu olay, kabullenmişlik duygumuzu etkilemedi. Sadece, birazcık, Murphy’nin kulaklarını çınlattık. Tam zamanında yine iş başındaydı.
Yatılar, hepimiz için unutulmaz hatıralarla doludur. Benim için ilk yatı görevim, en özel olanıdır. İlk uçuşumdan birkaç hafta sonrasıydı. Daha uçağa, uçmaya yeni yeni alışmaya başlamışken, ” İşte, bu işin hep anlatılan zorluğunun yanında, en güzel tarafı yatılardır… ” denilen tecrübesini yaşama fırsatım çıkmıştı. İlk defa bir ülkeyi, karadan görecektim. Başka bir şehrin kokusunu duyacak, bilmediğim sokaklarında dolaşacak, tavsiye edilecek yerleri görmeye gidecek, belki de bulamayıp kaybolacak, bu sayede plan dışı daha iyi yerleri keşfedecek, kalabalık caddelerde alışık olmadığım yüzlere bakacak, biraz çekinerek, biraz da merakla izleyecek, gözlerime düşen her sahneyi kaydederken, yaşadığım yeri, bildiklerimle kıyaslayacaktım.
İşte bu, beni inanılmaz heyecanlandırıyordu.
Romantik düşüncelerimin yanında; ” Nasıl hazırlık yapmalıydım? Valizimde neler olmalıydı? ” demekten stres olmuştum. Kafamda birçok soruyla dolabımın önünde uzun bir vakit geçirip, sonrasında valizime sığdırdıklarıma inanamıyordum.
” Ya hava bozarsa? Ya bir şey olursa? Aman az olmasında fazla olsun ” diye diye fazla tedbirden, valizi yerinden kımıldatamıyor, yaptığım hazırlıktan da emin olamıyordum. Evden uçuş için uğurlanırken aldığım tavsiyeler ise hiçbir gezi rehberinde yazmıyordur sanırım.
” Bol bol fotoğraf çekmeyi unutma, her yeri gez ama bilmediğin sokaklara girme, yabancılara dikkat et kızım dünyada milyonlarca insan var, hava kararmadan da otele dön, şimdi bilmediğin taksiciler falan …”  ” O zaman ben eve geri gireyim ” dediğimde merdiven başında kahkahayı da, stresimizi de atıvermiştik.
Herkes benim valizim gibi dolmuştu anlaşılan.
Uçuş çok güzel geçmişti ya da bana mı  öyle gelmişti bilemiyorum. Uçaktan ayrılıp valizlerimizin apronu çizen sesi kulaklarımda, etrafı incelemeye başladım. Ekibin en yenisi ve acemisi olarak en arkadan ilerlerken, kimseler o an yüzümün şaşkın, meraklı ama huzurlu halini görmemişti, o an hissettiklerimin tek şahidi; arkamdan gelen ağır valizimdi.  O yatının benim için en unutulmaz anılarımdan biri olmasının sebebi, çocukluğumda gizliydi. Daha küçük bir çocukken, en büyük hayalim, dünyayı gezmekti. Gerçekleşebileceğini, bu şekilde olabileceğini hayal bile edemezdim. Ve şimdi o an içindeydim.
Saat gecenin on biri olmasına rağmen, Brüksel’de hava daha yeni kararmaya başlamıştı. Servis aracında otele doğru giderken, evdekilerin dedikleri geldi aklıma, camdan dışarı bakıp, gülümsedim. Odalarımıza geçtikten kısa bir süre sonra ekip arkadaşlarımdan birisi aramış ve herkesin odasına kahve içmeye geleceğini söyleyip, davet etmişti. Hep beraber, neredeyse sabaha kadar sohbet etmiş, uçuş sonu harika bir dinlenme yaşamıştık. Ne tuhaftı, sen dünyanın bir ucundan birkaç saatte başka bir ucuna gel, hiç bilmediğin bir yerde, hiç yaşamadığın bir ortamda, daha önce hiç bir araya gelmemiş insanlarla hayatını paylaş, hem de büyük bir hevesle. Ekibin uyumlu olması, yatının nerede yapıldığından bile daha önemliymiş bunu ilk anda anlamıştım. 
Sabah erkenden şehri gezmeye başladık. Hayal ettiğim gibi her bir ayrıntı ilgimi çekiyordu. Evler, sokaklar, insanlar, kokular… Hepsi hala hafızamda.
Dünya ne kadar görmek istersen o kadardı. Ben, şimdi bu ilk adımla anlıyorum ki, çocukluk hayalim kadar büyük, ama gerçek olacağına inandığın kadar küçükmüş.
O ilk yatının üstünden yıllar geçti, birçok ülke, birçok şehir, milyonlarca insan, binlerce tat. Hala değişmeyen tek şey var içimde; bu dünyada daha tanışmak istediğim çok insan, görmek istediğim çok yer var ve biliyorum ki bu hayal, beni bu iş ile tanıştırıp bambaşka bir insan yaptı.
İşte, ben, uçmanın en güzel tarafında, yatı tarafında asıl hostes olmuştum…
 
 
 
 
 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir