featured

ÇORBANIN HATIRI

 
 Birden karanlık çöker, gece çok uzun değildir aslında. Bulutların arasında karanlığa doğru yol alırken herkesin bir amacı ve uğraşı vardır. Okuma meraklısı gazetenin köşesindeki makaleyi incelerken, monitördeki filme dalan diğeri uykuyu aklına bile getirmez. Kabin görevlileri sabaha karşı yapılacak servisin hazırlıkları ile meşguldür. Bulmaca çözenin elinde kalem, başı yana yatmış, uyku ağır gelmiş besbelli. Gözleri fal taşı gibi açık, camdan dışarıyı görmeğe çalışan, kabin ekibinin hareketlerini izleyen, tedirginliği belli yolcu dışında herkes kendi âlemindedir. Biraz sonra alacakaranlığın son perdesi ve şafak. Yeni bir gün doğuyor…
*******
1970’li yıllarda gece uçuşlarının en uzunu Köln ve doğu Berlin.  Git git yol bitmez.  Sabaha karşı gün ağarırken İstanbul’a döner, yorgunluktan evin yolunu zor bulurduk. Bir gece Köln’den ikram alırken, termos (jug) dolusu kuşkonmaz çorbası getirdi ikramcı,  elinde bir de plastik kepçe.   İstasyon müdürü veya şefi bir jest yapmış ve sabaha karşı geri dönecek ekibe çorba siparişi vermiş, müşerref olduk, tekrar tekrar tattık. Böylece bir lüksümüz oldu, sıcacık çorba! Yok kaynar değildi ama olsun.  Kasemiz olmadığından, çorbayı plastik bardaklara dolduruyor, yanına ekmek kızartıyorduk.  Almanlar daha çok kuşkonmaz ve mantar çorbası yüklerdi, çorba kültürleri öyle. Önce kokpit’e, işimiz bittiğinde kendimize çorba ziyafeti çekerdik.  Uykusuzluk ve yorgunluktan acımış ağızlara ilaç gibi gelir. İnsanın önce dili-damağı sonra midesi şenlenir.  Dopinglenmiş gibi yeni bir şevkle, atakla işe tekrar sarılır insanlar.
Günlerden bir gün  bir duyuru çıktı, tahtaya  asılmış: “…termosların içi iyi temizlenemediğinden, ikramdan çorba isteğinde bulunulmaması …”. Şüphesiz onlar da haklı!  Bu termoslar çay, kahve, su, meyve suyu taşıma amaçlı.  Çorbanın yağı ve içeriğindeki unlu/nişastalı maddeler termosun çeperini iyice sarıp, kurursa temizlemesi zorlaşır, yapılacak birşey yok.  Ama çorba şart! Havacılarda çare tükenir mi?  Mantı açmadık, tarhana ıslatmadık elbet, yeni bir düşünce ve yöntemle işe koyulduk. Poşetler içindeki hazır çorbalar,  omuz/el çantalarından çıkıp, galley tezgâhlarındaki yerlerini aldılar. Sulandırılan bileşim  “Hot cup” denilen ve 115 V elektrikle çalışan cezvede sık sık karıştırılarak kaynatılıyor, bu biiir….
Uçağa yüklenmiş domates suyu ile  çorba pişirmek,  tereyağı, peynir bol zaten, bu da ikiiii…….
Kabin Amiri böyle küçük sürprizler hazırladığında daha çok takdir görür. Sevilen, sayılan kabin amiri olmak da insana haz verir. Saadet zincirinin halkaları gibi,  mutluluk hissi insandan insana geçer.  Ekip üyeleri işlerine daha sıkı sarılır, herşey daha mükemmel yapılır.  Küçük sürprizler, şımarıklıklar ekibi  ayakta ve zinde tutar.
Zaman geçti, bu kez hot-cup’ların temizlenemediği yolunda şikâyetler gelmeye başladı.  Ekip cezveyi kullandıktan sonra temizleyip bıraksa bu şikâyetler olmayacak.  Uçak üstünde kalan hot cup içindeki kurumuş çorba  artıkları temizlenemez ve…yine bir duyuru,“Hot cup’larda çorba yapılmaması…”. Başka bir çözüm lazım!
Münih’te, Frankfurt’ta, Londra’da mağazaların yiyecek-içecek bölümlerini dolaşırken; Soup&Drink denen hazır çorbalara el attık hemen.  Dış yatılara gittiğimizde stok yapıyor, gece uçuşlarında kullanıyorduk.  Türkiye’de imal edilmeye başlayınca sorun kalmadı. Her poşet bir kişilik.  Plastik bardağa poşet boşaltılır, kaynar su ile bardakta iyice karıştırılır, buram, buram tüten çorba önünüzde. Çorba ekmeksiz olmaz, yanına sıcak sandviç gerek. Biz buna “kiremitte sandviç” derdik, her kim uydurduysa?
Boeing-707 fırınlarının alt kısmında ısı yüksek olduğundan,  sandviçler mükemmel pişer,   kaşarlar erir, sandviçlerin üzerinden taşar, akar, eşsiz görüntüler oluşturur. Bazı ekipler, tombul, yuvarlak sandviç ekmeğinin üst kapağını derince oyar, açılan çukura beyaz peynir, süt, domates, biber karışımı doldurur, değişik spesiyaliteler yaratılırdı.  Kabine koku yayılır düşüncesi ile, uçakta yolcu varken, kendimize özel bir şey hazırlamadık.
DC-10’larda; uçağın asansörle ulaşılan alt katında (Lower Galley) boydan boya süper fırınlar monte edilmişti.  Uçak kalktıktan sonra, Lower-Galley’de çalışan iki kabin memuru aşağıya iner,  ilk “kiremitte sandviç” tepsisini kokpit, ikincisini ve üçüncüsünü yukarda çalışanlar için hazırlayıp asansörle yollar,  bu değişmez bir kural.
Bazıları, uçak yerde iken üşenmeden sandviçleri oyar, özene bezene hazırlar, pişirme için kalkış sonrasını bekler, hem gözü hem damağı büyülerdi.  Kimse kem küm etmesin; bu işten *vareste olanlar da sandviçleri ortadan ikiye bölüp, üzerlerine, parfüm kullanır gibi pintice malzeme koyup “center”a yollar, kurumuş ekmekleri gören itibar etmezdi. Her işin ehli var, ustası var; kim severek-isteyerek yaparsa tadı farklı olur!
Airbus’ların gelişiyle çorba ve kiremitte sandviç âdeti değişmedi. Çorbalar akşam-gece, sandviçler sabahları afiyetle tüketiliyordu.
********
Uçak tipi Airbus, TK.108 İstanbul’dan Ankara. Günün en önemli iç hat uçuşu. İşadamı,avukatı,doktoru,sanatçısı,bakanı,gazetecisi,yatağından ters kalkanı,  ukalası, akşamdan kalanı,uçaktan korkanı, snop olanı, ne ararsan karşında. Arada gülen gözler, tatlı sözler olmasa dayanılacak gibi değil! Ekip erkenden uçağa geldi.  Her şey kontrol ediliyor; emergency malzemeler, teknik, temizlik, ikram vs. tabii fırınlar da. İç hatlarda yolcu için fırında ısıtılacak bir şey yok ama kalkıştan sonra kokpit’e çay/kahve ve sandviç ikram edilir, öyle isterler, kimse de bu alışkanlığı değiştiremez. Ön galley’deki fırının çalışıp çalışmadığı kontrol edilince, fırının içindeki koku, kapağının açılmasıyla dışarı çıkar,  air condition (havalandırma) aracılığı ile kabine yayılır.
Otobüslerle yolcular geldi.  İç hatlarda Business Class uygulaması olmasa da VIP ve CIP yolcular her zaman ön kapıdan gelir, uçağın Business koltuklarına yerleşirler. Kimler yok ki; iki milletvekili, bir kaç ünlü iş adamı ve THY yönetim kurulu üyesi. Briyantinli saçlı ve badem bıyıklı üye kapıdan içeri girerken; burnunu oynattı, aynen Tatlı Cadı”nın Samentha’sı, “bu koku ne?” gibisine. Kapılar açık olduğundan, rahatsız edecek yoğun bir koku yok aslında.  Kalkıştan sonra kabin amiri kokpit’e girdi. Kaptanlar kahve dışında bir şey istemediler.  Business koltuklarına geldi sıra;   milletvekili hanım süt, yanındaki soda ve sandviç istedi.  Altı şişe soda ekip için uçağa yüklenir; yolcu sayısı kadar değil.   Ama hangi yolcu ihtiyaç hissetse,  zor durumda kalsa “yok” denmez.
Yönetim Kurulu üyesi en arka Business koltuğunda oturuyor ve devamlı kabin amirinin izliyor. Bela yakınlarda… “geliyorum” diyor. Yaklaşan kabin amirine:
– Uçaktaki o koku neydi? diye sordu. Dinledi, başını salladı, tatmin olmamıştı. Alçalma başladı, merdivenlerden inerken bir sorun çıkaracağı belliydi, dönüşü bekleyemedi. Sıfatı ne olursa olsun, problemli tipler her zaman kendini ele verir.  Ama ne konuda bir sorun çıkaracağını bilemezsiniz.
Dönüşte Atatürk Havalimanında kabin amiri uçağın kapısını açtığımda birisinin kendisine seslendiğini duydu. “Kabin Hizmetleri Başkanlığı’na”!  Bu da yanlış! Bir tebliğ getirin, sahibine verin. Belli ki sayın üye Ankara’dan telefon etmiş. Kabin Hizmetleri Başkanı da bir tebliğ hazırlatamamış, komik ama böyle çocuk gibi davrananlar vardır; bir de küsenler. Sabırsız ve hazımsız kişilikler…
Kabin Hizmetlerinde asabi bir başkan bekliyor; kalemi masaya vuruyor, takk… tak takkk… Delici gözlerle süzüyor. Kayda geçecek ciddi bir durum yok, yönetim kurulu üyesini düşünüyor. Savunma isteyemedi, ceza veremedi.  Sandviç pişirilmemiş ki! Ama pişirilebilirdi de, böyle bir yasak yok! Baş pilot’a, uçuş işletme başkanına konuyu aç bakalım, ne diyecekler? Neyle suçlasın, düşündü soda-süt verilmesini eleştirdi. Cevap vermedi kabin amiri, aklından sessizce geçirdi; “siz yıllar… yıllar boyu eğitimlerde, kurslarda yolcuya “yok” denmeyecek diye beynimizi yıkamadınız mı?”
-Saygıdeğer milletvekilimiz Leyla Hanım, mideniz rahatsız ama kusura bakmayın, soda ekip içindir, yolculara veremeyiz!  Mümkün mü sizce? Horozu çok olan köyde sabah geç olur. Yani; her kafadan bir ses çıkarsa eğer, her başkan farklı bir yol izlerse, sonuca ulaşmak zorlaşır. Böylece,  1990 Mayıs’ında;  uçakta sandviç yapmak ve yemek bir duyuru ile yasaklandı, duyuruya göre “ancak uçak yerde iken pişirilebilir”.  Ama fırının kokusu yine kalıyor,  o ne olacak?
Bir başkanın çift standart uygulayıp, kendi kendisiyle ters düşmesi çok düşündürücüdür. Hele uçakta o sandviçten yemişse, zamanında o sandviç tepsisini kokpite götürmüşse. Kabin amiri görevine devam etti ama başkan hem kendisine hem ekiplere bir iyilik yaptı,  yolunu ayırdı. Duyuru mu? Bir süre sonra *ilga edildi. Hangi kabin ekibi kaptana “sandviç yasaklandı” diyebilir ki?
Yönetim kurulu üyesi, geçti gitti, hayat boyu kalacak değil ya, ama söylediği söz zamanda asılı kaldı;” kabin amiri de kabin amiriydi hani” öyle demiş!
Balzac galiba diyor ki “dünü unutup bugünü yaşayın, dün ile bugün arasında bir terslik çıkarsa, yarını kaybedersiniz”. Ne günlerdi ama… Çalıştık, başardık, yorulduk, şimdi dinleniyoruz!
Kabin amiri mi? O, sonraları purser oldu. Yıllar sonra yaş haddinden uçuştan ayrılıp İkram Başkanlığı’na geçti derken… şef oldu.. İkram’dan Uçuş Eğitim’e gidip dersler veriyordu. Altı başkanla çalıştı, bunlardan birisiyle çok seviştiler, anlaştılar ve uyumlu çalıştılar. Son başkan atak, heyecanlı, hırslı ve reformcuydu. Bayan başkan her pazartesi ve Cuma; mesai saatinden önce tüm çalışanları toplar, brifingler yapar, yenilikler-tasarımlar-raporlar beklerdi. O da raporlarını sunar, art arda yenilikler yaşanırdı. İç hat kutularının design’ı gibi, Skylife dergisinde ikram konulu yazılar veya Airex Fuarı gibi, birlikte anlaşıp gidiyorlardı işte… derken bir gün iç hatlarda yolculara çorba servisi başladı. Adı Meral Döşemeciler, diğerlerini sormayın, söylemem!
*Kurtulmuş,rahat,serbest
*Kaldırmak,lağvetmek
 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 11 sene önce

    Ben senin hayranlarındanım, biliyorsun Meral. Zevkle okudum.

    Cevapla
    • 11 sene önce

      Sağolasın, teşekkürler….Bir çevirmen-editör ve yazardan bu sözleri duymak onur verici…

      Cevapla