featured

DENETLEME Mİ? ODA NE? SOMA MADEN KAZASI

Geçen hafta SOMA’da yaşanan kömür madeni kazasında resmi kayıtlar baz alındığında, 300 ü aşkın işçinin hayatını kaybettiği söyleniyor. Tabii ki bende bu yaşananlardan her Türk vatandaşı gibi büyük üzüntü duydum.
Hayatını kaybeden işçilere Allah’tan rahmet, ailelerine, eş ve dostlarına ve bu acıyı derinden paylaştıklarına inandığım 76 Milyon TÜRK vatandaşına baş sağlığı diliyorum.
“Bu kaza artık son olsun” diye klasikleşmiş bir dilek, işin kolay yoludur. Bu tür klasik söylemler yerine; kim kırılırsa kırılsın, kim bozulursa bozulsun, kim fişlerse fişlesin; kendimce gördüğüm yanlışları dile getirmem gerekiyor. Çünkü; bu vurdum duymazlık değişemediği takdirde, maden faciasından mucizevi bir şekilde kurtulan işçi kardeşlerimiz, yaşamlarını devam ettirebilmek için yarın bir başka madende çalışmak zorunda kaldıklarında, yine aynı denetimsizliklerle karşılaşmaları olanaklı.
Bu nedenle, bu tür bir durumun tekrar yaşanmaması için, kimsenin dikkatini çekmese de, kimsenin umurunda olmasa bile, bir şeyler yazmayı insani bir görev olarak görüyorum.
George Orwell’ın dediği gibi; “Gazetecilik, birilerinin yazılmasını istemediği şeyi yayımlayabilmektir. Geri kalan her şey halkla ilişkilerdir.’’
Soma’da yaşanan trajik kaza sonrasında medyamızdaki canlı yayınlarda duyduklarınızı sizlere tekrar anlatmayacağım. Konumuz; iş yaşamının denetim eksikliği olacak. Denetim dediğimizde, tabii ki en büyük denetçi devlet olup, devleti temsil eden hükümetler bu konunun en yakın temsilcileri olmak zorunda olduklarını belirtmeden geçemeyeceğim.
Denetim mekanizmalarımız “var mı var” mantığında çalışıyorlar. Yani, denetimi sadece kâğıt üstüne yazıp sistemin işleyip işlemediğini kontrol bile etmiyorlar. Hepimizin günlerdir gözlemlediği SOMA kazası için 3 sene önce yayınlanmış DDK ( Devlet Denetleme Kurulu) raporu olduğu söyleniyor.
DDK (Devlet Denetleme Kurulu)muz, bu raporu yazdıktan sonra yapılıp yapılmadığını neden takip etmez veya takip etme gibi bir görevi yok mudur, var mıdır? onu bilemiyorum. Ancak bu tür çok detaylı ve önemli bir makamdan çıkmış raporlamaları yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum. DDK tarafından Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu kaza raporunu okumuş ve çok beğenmiş biri olarak madenlerle ilgili raporunu da her ne kadar okumasam da aynı titizlikle yazıldığını düşünüyorum.
Soma’daki İş kazası konusunda en kötü ülkelerden biri olarak anılmak, bizim kaderimiz değildir. Madenciliği sadece bizler yapmıyoruz. Bizden çok daha fazla madenleri olan ülkelerde bu tür büyük kazalar olmuyorsa, durup biz neden böyleyiz? diye düşünmek gerekiyor.
Bizler her nedense kriz yönetimlerinde son derece zayıf bir toplumuz. Amsterdam kazamızdaki THY Yöneticilerinin birbirleri ile çelişen beyanlarını hiç unutmadık. Bu durum SOMA’da da aynen yaşandı. Kaza olur olmaz tüm vaktimi TV’lerdeki haberleri izlemekle geçiren biri olarak kaza anında maden ocağında kaç kişinin olduğunun bile söylenememesini ilginç buldum.
Çünkü Elektronik Kart Sistemi ile giriş ve çıkışların olduğu bir şirkette, saniyede bu verileri almak olanaklı iken, neden tam sayı verilemedi hala anlayabilmiş(!) değilim. Sizin de dinlediğinizi düşünerek içerideki işçi sayısı, kazaya müdahale edildiği ilk anlarda 200-300-400 olarak devamlı farklı ifade edildi. Hâlbuki bu kart sisteminde bu sayı saniyelik olup, bilgisayarın bir tuşuna basıldığında kaç kişinin o an içeride olduğunu bulabilirsiniz. Bu bilgi ilk baştan beri belliyken, neden verilmedi?
Her şirket, yapılanmasını oluştururken sıfır kazayı hedef alır.
Ancak işin fiiliyat kısmında bu her zaman böyle olmaz ve ufak tefek kazaların yaşandığı görülür. Böyle bir durumda şirket yönetimi “durun, kaza oldu, sıfır kaza hedefimizi kaldıralım” diye düşünmez ve bu kazadan dersler çıkartarak yine aynı sıfır kaza hedefini korumak için eksiklikleri giderici önlemler alarak, sıfır kaza hedefinden sapmamaya azami gayret gösterir.
Bir şirket yöneticisi veya yetkili biri, “bu işin fıtratında var” diyerek kazayı sıradanlaştıracak, önemsizleştirecek ve çözümü yokmuş gibi ifadelere yer vermez. Vermemelidir de…
Cumhurbaşkanımızın kaza sonrası verdiği beyanatında kulağımla duyduğum şu cümleler çok önemlidir.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Bu kazalardan ders çıkartmalıyız. Gelişmiş ülkeler bu tür kazaları nasıl minimize etmişlerse, bizlerde etmeliyiz. Sistemi tekrar gözden geçirmeliyiz” söylemlerini, TV seyrederken hemen not almıştım. Sayın Başbakanın söylediği “Kaza bu işin fıtratında var” söylemi ile Cumhurbaşkanının söylemi çok farklı olup, birbirlerine taban tabana terstir. Devletin en üst makamlarındaki bu farklı görüşler, sanırım sizlerin de dikkatini çekmiştir.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 176 numaralı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni Türkiye’nin imzalamadığı biliyoruz’’. Bu sözleşme imzalansaydı, tüm madenlerde en azından yaşam odaları yer alacaktı ve kayıplarımız bu kadar yüksek boyutta olmayacaktı. Tabii ki ILO 176 yı sadece imzalanmakla kalınmamalı. Bu yönetmeliği gerçekten uygulamalı ve uygulanıp uygulanmadığını denetlemeliyiz.
Devlet kademelerindekiler, gelişmiş ülkelerin kazma kürek veya matkaplar eşliğinde madenlerde çalışmayı bırakmaya başladığı ve ışıklandırmadan takip sistemlerine, havalandırma sensörlerinden robotlara kadar birçok teknolojinin aktif olarak kullanıldığını bilmiyor olamazlar.
Devlet olarak madem Soma’daki bu işletmeyi taşeron sistemi ile özel firmaya verdiniz, hiç olmazsa bu madeni daha dikkatli denetleyin ki, bu tür kazalar oluşmasın. Bu önemli konuya; “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” der gibi bakamayız.
Soma Faciası sonrasında bir an, yaşanan kriz yönetimi rezaletini gördüğümde, içimden ”Allah bizi depremden korusun” sözleri, ister istemez çıktı. Bu acemilikle ve bu şekilde kriz yönetimi ile olası bir deprem sonrası halimiz nice olur? Düşünmek bile istemiyorum.
Bu kaza sonrasında, müfettişler görevlendirilecek ve gözlemlerini bağlı oldukları Bakana anlatacaklardır. Umarım ve dilerim ki, müfettişlerin verdiği rapor, somut gerçekleri içersin aynen kamuoyuna aktarılsın ve tabii ki bu raporda görülen eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi, en büyük denetçi olan ve madenin gerçek sahibi devletin yetkili makamlarınca sağlansın.
SOMA kazasında dikkatimi çeken önemli bir konu, işyerinde örgütlü sendikanın, maden işçilerinde de bizdeki gibi sarı olduğu idi. Hükümet yetkilileri konuşuyor, maden yetkilileri konuşuyor, işçiler konuşuyor… Sendikada her nedense tık yok.
Bir ara sendikacılardan bir tanesi konuşmaya başladı, inanın ki işveren konuşuyor sandım. Bu yeni sendikacılık yapısı, maalesef Türkiye’ye yayılmış görülüyor. Aslında sendika da işyerlerinde bir tür denetleme mekanizması olarak kullanılabilinir. Hatta bu sendikanın asli görevidir. Sendika, yöneticilerinin tespit ettiği aksaklıklara kulak verilir ve onların bu konudaki tavsiyeleri dinlenerek olası kazalar minimize edilebilir. Ancak, Soma’da bu bile işçilere çok görülmüş olmalı ki orada da işveren sendikayı havacılık sektörümüzde ki gibi sözde sendikacılığa zorlamış görünüyor.
15.05.2013 Perşembe akşamı Halk TV’de güzel bir program vardı. İşçiler konuşuyordu. Hemen kulak kesildim. Haklı olarak o kadar kızgın ve sinirli idiler ki, işten atılacaklarını bile bile veryansın ettiler. Elimde kâğıt, kalem her kelimeyi, her suçlamayı not etmeye çalıştım. Kazadan büyük bir şans eseri kurtulmuş işçiler adeta bir kara kutu deşifre edilircesine olayları anlattılar.
Bu konuşmalardan sendika ve işveren iyice nasibini aldı. Bir an düşündüm de bu işçilerin kaybedeceği şey ne olabilirdi? Dünyada hiçbir iş kolu bu kadar zor şartlarda resmen kelle koltukta çalışmıyordur. Bunların çalışma koşullarını ve iki kuruş maaş alıp evlerine, çoluk çocuklarına ekmek götürme mücadelesini dinledikçe, gözlerim yaşardı. SOMA’daki maden kazasından kurtulmuş olmaları neyi değiştirecekti ki? Bu vurdumduymazlık devam ettiği sürece, bir gün bir başka ocakta yine aynı durumla karşı karşıya kalabilmeleri her an mümkündür. Bu denetimsiz yapı, bu çağ dışı madenler, paraya doymayan ve tek gayeleri daha çok kömür, daha çok para kazanmak olan işverenlerle bir gün tekrar aynı durumda kalacaklarını düşünmüyorlar mı acaba? Bu satırları okuyan okurlarım, şimdi bana “Sefa Bey, tabii ki düşünüyorlardır. Ancak başka çareleri mi var ki?” diyeceklerdir. Evet, maalesef durum bu kadar acınası görülüyor. Umarım yaşadığımız bu çok büyük trajedi bir daha güzel ülkemde yaşanmaz.
Değerli okurlarım;
Özelleştirilmiş tüm kurumların tek gayesi karlılıktır. Hiçbir firma babasının hayrı için bu işe girmeyeceğine göre, karlılığı artırmak ve tabii ki daha çok para kazanmak için ellerinden gelen her türlü olanakları kullanacakları kesin. Bu işletmelerin illegal işlere girebilmeleri de mümkündür. Bu işletmeler; Alet, edevat, emniyet tedbirleri ve eğitim gibi önemli gider kalemlerinden kaçınabilirler. Devlet bu tür insan hayatının risk altında olduğu kurumları özelleştirmemeli veya mutlaka özelleştireceğim diyorsa, işçileri yani vatandaşlarını kurda kuşa teslim etmemek için tüm olanakları ile iş güvenliği ve işçi sağlığı konularında sıfır toleranslı olmalı ve çok sık sözde değil özde denetimlerde bulunmalıdır. Bu görev, en büyük denetçi olan devletindir.
Maden sektöründeki denetim konusunu, havacılık sektöründeki denetim mekanizmasının işleyiş tarzı ile karşılaştıralım:
Konumuzu havacılığımıza getirdiğimizde aynı denetim rezaletlerinin havacılık sektörümüzde de yaşandığı görülürdü. Bu konuda hatırlayamayacağım kadar çok makale yazmış ve eleştirmiş biri olduğumu yazılarımı devamlı takip eden okurlarım mutlaka hatırlayacaklardır. Ancak ne zamanki EASA hayatımıza girdi, SHGM ve şirketlerimiz kendilerini bu kurallara göre şekillendirmeye başladı, işte o zaman eskiye göre denetim daha iyi yapılır oldu.
Her ne kadar Türkiye’yi AB’ye alacaklarını sanmasam da, en azından onların kriterlerini iş yaşamımıza sokmanın çok faydalı olduğunu söyleyebilirim.
Havacılıkla iştigal eden şirketler mutlaka kalite birimlerini kurmak zorundalar. Şirketlerdeki kalite birimleri, aslında o şirketin denetçileridir. Bu denetçiler, yıl boyunca şirketin tüm faaliyetlerini bir programa bağlı olarak denetlerler,şirketlerinde buldukları eksiklikleri bulgu olarak kaydeder ve yazılı olarak üst yönetime iletip,bulguların giderilmesini, aynı bulgunun tekrarlanmaması için kök neden analizi yapılmasını ve önleyici işlem yapılmasını isterler. Kalite (denetçi) birimleri direk olarak o şirketin genel müdürüne bağlıdır. Görüldüğü üzere, sistem doğru şekilde yapılanmış görünmektedir.( Madenlerimizde olması gereken uygulamalar) SHGM ise bu şirketlerin kalite departmanını ve gerekli gördüğü yerleri denetleyerek çifte kontrol sağlanmış oluyor.
Aslına bakacak olursanız, denetçi ile denetlenen aynı şirketten maaş almamalılardır. Bu konuda çok hassas olduğumdan yazılarımı devamlı okuyanların şirketlerdeki kalite (DENETÇİ) birimlerini direk SHGM ye bağlanması isteğimi hatırlarlar. Hala da aynı düşünüyorum.
Peki, THY’de ne değişti. THY’de de aynı sistem yani denetçi ile denetlenen aynı şirketten maaş alan kişiler. Burada araya EASA girdi. Artık karşımızda, EASA’nın katı prensiplerini uygulamak zorunda kalan bir THY ve SHGM var.
Madenlerimizde AB kriterlerine göre yapılıp denetlenebilse, orada da sorun kalmaz ve “bu işin fıtratında ölmek var “gibi söylem ağza alınmazdı. Tabii ki her türlü önleme rağmen kaza yine olabilir diyenler çıkacaktır ve haklılardır da. Önemli olan, kazayı önlemek için alınan tedbirler ve olası önlenemeyen bir kaza da ise zayiatın minimum da kalmasıdır.
SHGM ise SAFA ve SANA denetimlerinin yanı sıra havayolu ve bakım şirketlerini de denetliyor. Düne kadar son derece yetersiz ve yeni elemanlarla bu işi yürütmeye çalışan SHGM, son zamanlarda kesenin ağzını açtığından dolayı daha deneyimli elemanlarla bu denetlemeleri yapmaya çalışmakta olduğu bir gerçek. Bu yazıyı yazarken bilgilerine ve deneyimlerine güvendiğim bir dolu arkadaşımı aradım ve sektörümüzdeki denetlemeleri sordum. Cevap olarak eski ahbap çavuş sistemli denetimlerin şimdikilerle mukayese bile edilemeyeceğini söylediler. Ancak yine de bir çok konuda ve bilhassa lisans sınavlarında sistemin hala yerine oturmuş olmadığını düşünüyorum. Ancak düne göre bugün SHGM daha başarılı gözüküyor. SHGM ulusal yönetmeliklerin yetersizliğini uluslararası yönetmeliklerle sürdürüyor. Umarım bilhassa teknisyenlerin lisans konularında çektiği sıkıntıları azaltacak çözümleri de bir an önce üretirler.
Hala devam eden yanlış; SHGM’nin ve THY’nin siyasi atamalarla yönetilmesidir.
SHGM’yi özelleştirmek olmaz ama özerkleştirmek mümkündür… SHGM özerkleştiğinde, THY için kayırmanın var olduğu ile sektörde oluşan algı sona erebilir. THY’nin siyasi destekli kaprislerine dur diyebilir ve şirketlere daha adil yaklaşımlar içerisine girebilir. SHGM ihtiyacı olan deneyimli ve bilgili sektör kökenli personeli alabilmek için eli güçlenir ve sektör paralelinde ücretler ödeyerek en iyilerini kadrosuna alarak güçlenir.
Bir yanlışta Havacılık, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından.
Hatırlarsınız, Kaza Kırım Komisyonlarının direk Bakanlığa bağlı olmasının yanı sıra Kaza Kırım Komisyonunun bir kaza durumunda almış olduğu neticenin bile görülmesinin mümkün olmadığını eleştiren bir yazı yazmış ve bu uygulamanın, yurt dışı örnekleri vererek yanlış olduğunu belirtmiştim. Bu yanlış hala devam ediyor.
Neymiş efendim; Kaza veya kırım oluştuğunda bakanlığın kendi seçtiği Kaza Kırım Komisyonu üyeleri görev yapacakmış. Kaza veya kırım raporunu Bakanlığa sunacak ve kaza ile ilgisini ispatlayan kişi ve kurumlardan başkasına bu kaza nedeni açıklanmayacakmış. Bu kadar saçma sapan bir uygulama olur mu? Yurt dışında bu tür kazaların neden olduğu anlaşılıp bir daha tekerrürü yaşanmasın diye tüm halkın ve sektörün görebileceği şekilde internet sitelerine konup herkes tarafından okunması mümkün kılınırken, bakanlığın bu bilgiyi neden saklama gereğini duyduğunu anlayan beri gele… Aklın yolu bir ise bu saçmalık da bir gün mutlaka değişecektir.
Sonuç olarak; Havacılığımızda neyse ki uluslararası kurallar var. Onlar da olmasa, var ya… Havacılıkta kargalar gözümüzü oyardı. Umarım maden sektöründe de ILO’nun 176 sayılı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni ‘’ Türkiye olarak imzalarız da, bu yanlıştan bu kadar can verdikten sonra dönebiliriz.
Bir tavsiye;
Madencilik sektörü; bizim havacılıkta FOM (Flight Operation Manual- Uçuş Harekât Elkitabı)’na karşılık gelen bir MOM (Mine Operation Manual- Maden İşletme Elkitabı)’nı her maden işletmesi için yazdırıp, ilgili Bakanlığın ilgili Genel Müdürlüğünün onayına tâbi tutabilir.
Her bir maden işletmesi, ruhsatı alan şirketlerde doğrudan genel müdüre bağlı bir kalite-emniyet müdürü şart koşulabilir. Bu kadar basit bir uygulamayı beceremeyen devlet, bu sektörde iş yapmamalı ve yaptırtmamalıdır. Aksi takdirde bu kadar risk içeren bir iş kolunda kazalardan kaçınılamaz.
Haberi Paylaş

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir