Değerli Okurlar,
Geçtiğimiz günlerde THY Teknik A.Ş. bünyesinde çalışan teknisyen Yusuf Altun yaşanan bir iş kazası sonucunda hayatını kaybetti. Öncelikle merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve sevdiklerine sabırlar diliyorum. O artık bu dünyada olmasa da geride bıraktığı sorular hepimizin yüreğinde ağır bir yük olarak duruyor.
Yusuf Altun’un ardından yapılan yorumları dinlediğimizde en çok yürek yakanı bazı yöneticilerin teknisyenleri “mühendisin gösterdiği vidayı sıkan eleman” olarak nitelendirmesi oldu. Bu bakış açısını merhumun ailesine nasıl anlatabilirsiniz? Oysa teknisyen can taşıyan, uçakları gökyüzüne emanet eden kişidir. Onun dikkati, titizliği, uykusuz geceleri ve ağır sorumluluğu yüzlerce hayatın sigortasıdır.
Gitmek istersin, logbook vermezler. Kalmak istersin, hayatını zorlaştırırlar. Bitmek bilmeyen iş yükü, artan baskılar ve sorumsuzca kurulan sistemler teknisyenin ömründen çalıyor. İfade etmeye çalıştığım bir suçlama ya da marka imajına zarar vermek değildir, özellikle yıllardır duyduğumuz şikâyetlerin şirketin başarısından çok teknisyenlere yönelik olumsuz hal, tavır ve davranışları içermesidir.
Hatta en çok duyduğumuz şikâyet istifa eden bir çalışanın logbook kaydının aylarca
verilmemesi ve tecrübe yazısı için onlarca mail atması gerekliliğidir. Ve tüm bu süreçlerde tek bir mesaj ortaya çıkıyor: değer görmemek.
Bugün Yusuf Altun’un ardından konuşuyoruz, yarın başka bir isim daha eklenmesin diye yazıyoruz. Teknisyenin emeğine daha çok değer verilmesi gerekiyor, gelecekte kötü sonuçların ortaya çıkmaması hepimizin en büyük temennisi…
Türkiye’nin gözbebeği kurumlarından biri olan Türk Hava Yolları bugünlerde büyük bir
sınavdan geçiyor. Şirketin “2033 vizyonu” planlı ve güçlü bir şekilde anlatılırken; ekonomik kriz, artan geçim derdi ve psikolojik baskılar en çok da teknik ekipte hissediliyor.
Üstelik duyduğumuz iddialar hiç de iç açıcı değil. THY Teknik’te bir müdürün çalışanları
“bakım hatalarını ve uygunsuzlukları EASA’ya bildirdikleri” için toplu şekilde tehdit ettiği
konuşuluyor. Daha da vahimi bu müdürün “bildirim yapanların insanlığından şüphe
ediyorum” diyerek hem prosedürleri hem de bağlı olunan uluslararası otoriteleri hiçe sayan açıklamalar yaptığı söyleniyor.
Burada sorulması gereken asıl soru şudur:
EASA ve SHGM gibi kurumların görevi emniyeti sağlamaktır. Eğer çalışan gördüğü
uygunsuzluğu resmi prosedürlerle bildiriyorsa bu bir ihanet mi, yoksa şirkete yapılmış en büyük iyilik midir?
Eğer çalışan üst amire iletmeden uluslararası kurumlara bilgi verildiyse bu durumda üst amir haklıdır. Ancak unutmamak gerekir ki “Emniyet kültürü”, “kapat üstünü, duyulmasın” mantığıyla mı yoksa şeffaflık, cesaret ve samimiyetle mi inşa edilir? Önce bu sorunun doğru cevaplanması gerekir.
Birileri “EASA’ya koz verdiniz” diyerek çalışanı suçluyor. Oysa yurtdışında da aynı
prosedürler uygulanıyor, orada da insanlar gördüğünü bildiriyor. Fark şu: Orada kimse bunu Teknisyenin üzerinden tartışmıyor. Çünkü asıl mesele bayrak taşıyan bir şirkette sorunlar varsa, bu sorunların zamanında ve doğru şekilde çözülmesinin gerektiğidir.
Bugün bize gelen yorumlara dayanarak gözlemlenen temel problem teknisyenlerin şikâyet ettiği maaş ya da sosyal haklardan ziyade yöneticilerin davranış şekli ve “bize dokunma” anlayışıdır. Hele ki geçmişte sendika başkanının lüks arabasını sorgulayan teknisyenlerin işinden olduğu hafızalarda hâlâ tazeyken.
Gerçek yöneticilik makamından aldığı gücü altındakine zulmetmek midir yoksa emeğiyle bu şirketi ayakta tutan insanlara sahip çıkmak mıdır? Türk Hava Yolları’nın vizyonu ülkemiz için önemli ve değer verdiğim bir konu. Geçen hafta derinlemesine yaptığım analiz ve yorumlarım THY’nin 2033’te gelmeyi planladığı noktayı olumlu bir şekilde tasvir etmektedir.
Ancak bu vizyon sadece gökyüzünde dev bir filo uçurmaktan ibaret değildir. Asıl vizyon
çalışanın sesine kulak veren bir yönetim anlayışıyla mümkündür veya mümkün olabilir.
Hepinize sağlıklı, mutlu ve başarılı bir hafta dilerim…