Değerli Okurlar,
Teknofest: Bilim Şenliğinden Para Fuarına mı?
Türkiye’nin teknoloji vizyonunu simgeleyen ve gençleri inovasyonla buluşturan Teknofest, yıllar içinde önemli bir marka haline geldi. Ancak son dönemde atılan adımlar ve alınan bazı kararlar bu etkinliğin ruhunu zedeleyen bir tablo ortaya çıkardı. Halkın festivali olarak doğan Teknofest’in bugün “Moneyfest” gibi anılması, ne yazık ki abartılı bir yorumdan artık inkâr edilemez bir gerçekliğe dönüştü.
Sivil toplum kuruluşlarından ve gönüllü projelerden talep edilen on binlerce liralık yüksek stand ücretleri Teknofest’i bilimin, hayallerin ve halkın festivali olmaktan öteye taşıyor. Gönüllülük esaslı çalışmalar yürüten dernekler ve öğrenci kulüpleri için bu rakamlar festivale katılımı imkânsız hale getirdi. Sonuçta bilimi toplumla buluşturma ve gençlere aşılama misyonuyla yola çıkan böylesi kıymetli bir etkinliğin bugün büyük ticari kazançlar sağlanan bir fuara dönüştürülmemesi gerekirdi.
Bu noktada alınan kararların doğrudan üst düzey yönetimin şahsi iradesinden kaynaklanmadığını düşünüyorum. Savunma sanayimize büyük katkıları ve teknolojinin yeni nesillere aktarımı için nasıl canhıraş hane emek verildiğini görüyor ve biliyoruz. Onların bu tarz milli meselelerdeki hassasiyetlerine rağmen çalıştıkları ajans veya organizasyon firmalarının yalnızca konuya kar odaklı bakış açısı üzerine kurdukları stratejiden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu yaklaşım Teknofest’in marka değerine ve toplumdaki misyonuna zarar vermekle kalmaz, toplumda oluşan güveni ve herkeste yakaladığı aidiyet duygusunu da zedeler.
Paranın Gölgesinde Bilim
Teknofest’i büyüten asıl güç sponsorların dev bütçeleri değil; gençlerin enerjisi ve gönüllülerin emeğiydi. Bugün ise festivalin ticari mantığa teslim olması yalnızca katılımcı çeşitliliğini azaltmakla kalmayıp, marka değerini de tehlikeye düşürüyor. Eğer Teknofesti yalnızca mali gücü yüksek kurumların vitrinine dönüştürürseniz, bu toplumun gönlünden uzaklaştırmaya ve itibarını gölgelemeye neden olursunuz.
Ücret Politikası Bir Yol Ayrımı
Finansal sürdürülebilirlik her etkinlik için elbette önemli. Ancak böylesi büyük idealleri olan toplumsal misyonları olan etkinliklerin toplumu kapsayıcılığı ve fırsat eşitliği sunma sorumluluğu da asla göz ardı edilmemeli. Teknofest STK’ların, küçük girişimcilerin ve eğitim kurumlarının festivale katılımının kolaylaştırıldığı, elitlerden ziyade halkın aracı ve simsarlardan sıyrılıp kendini en özgür biçimde ifade edebildiği ve imkân sağlandığı bir etkinlik olmalı. Toplumdan kopuk bir sahneye asla fırsat verilmemeli. Bu festival yalnızca büyük girişimcilerin veya aslan payını kapanların şov alanına dönerse, Anadolu’daki sponsor bulmadığı veya imkan sağlanmadığı için değerli ürüne dönüşemeyen fikirlere veya üstün çabalarla kısıtlı imkanlarla çırpınan girişimcilere kim sahip çıkacak. Onları memlekete kim kazandıracak !! Asıl da mesele bu değil miydi?
Bilim festivalleri halkın ilgisi ve desteğiyle büyür. Teknofest’i bu noktaya getiren güç, toplumun desteği ve katkısıydı. Ancak bu desteği parayla ölçmek, festivalin kimliğine ve ruhuna zarar verir. Türkiye’nin teknoloji vizyonuyla halkın arasını açmayı amaçlayan bir organizasyona dönüşür ve prestijli firmaların vitrinine çevrildiği takdirde kendi varlık gerekçesini inkara götürür. Öncelikler yeniden değerlendirilmezse, toplumsal açıdan kucaklanan bir şenlikten daha çok bir ticaret fuarı olarak anılmaya başlanır.
Teknofest ya halka ait bir bilim şenliği olmayı sürdürecek ya da paranın gölgesinde öz kimliğini kaybedecek. Bu tercihin yalnızca festivalin değil, Türkiye’nin teknoloji kültürünün ve geleceğinin rotasını da etkileyecek olacağı asla unutulmamalı…
İş kazalarından yeterli dersleri çıkardık mı?
Havacılığın kanunları kanla yazılmıştır sözü boşuna söylenmedi. Bedeli canıyla kanıyla ödenmiş kurallara uymazsak çok daha ağır bedelleri ödemeyi kabullenmiş oluruz. İşimizde uzunca yıllar tecrübe kazanarak belki yüzlerce binlerce kez yaptığımız görev tanımları, bir anlık gaflet veya basit bir ihmal sonucu çok ağır sonuçlar doğurabiliyor. Yalnızca kendimize değil ülkemize, çalıştığımız kurumlara ve belki birçok insanın yaşamına zarar verebileceğimizi düşünerek bu konuya hassasiyetle yaklaşmak zorundayız. Zaman baskısı, işin taşıdığı risk ve bedensel yükü göz önüne alan bir yönetim anlayışla çalışanları yönetmek zorundayız.
Havacılık sektörünün bence ilgili kuruluşların mesleki risk ve önemi nedeniyle tekrar gözden geçirilerek, imkânlar da düşünülerek mutlaka ‘’çok tehlikeli’’ iş sınıfında değerlendirmesi gerekir. Çünkü işin maddi ve insan faktörü doğrultusunda oluşabilecek riskler çok yüksek ve ağır sonuçlar doğurabilmedir.
Özellikle tüm havacılık bakım kuruluşlarında Yorgunluk Risk Yönetim Sistemleri’nin (FRMS) uygun standart haline getirmesi ve otorite kuruluşların gerekli düzenlemeleri sıklıkla denetlemesi gerekir. Böylesi bir ortamda 12 saatlik vardiya düzenini konuşmak hangarların ortasına dinamit koymak gibi olur. Hele hele İstanbul gibi büyük şehirlerdeki ulaşım ve trafik sorununu göz önüne alıp, dinlenme ve temel ihtiyaçları giderme konusunda ertesi gün nasıl bir bünye ile karşılaşılacağınızı düşünebiliyor musunuz? Bunun ayrıca aile ve sosyal yaşam üzerinde yaratacağı olumsuz psikolojik etkilerle doğurabileceği riskleri hesap ediyor musunuz?
Hepinize sağlıklı, huzurlu ve emniyetli bir hafta diliyorum…
12 saat ile 3off’larımızı almak istiyorlar