Değerli Okurlar,
Yaklaşan yılbaşı ile birçok ürün bandında fiyatlar artmaya ve etiketler değişmeye başladı. Asgari ücret tespit komisyonunun toplantıları ile henüz somut bir oranda olmamasına rağmen bu önden artışlar vatandaşta büyük tepkilere neden oldu. Bu fahiş artışlara artık birileri dur demeli. Ücretlere yapılmamış zammın acısı önden çıkarılırken, ağır gelir vergi yükü altında işçiler kıvranırken ne sendikalardan ne de işveren tarafından elini taşın altına koyan yok.
Havacılık sektörü hızla büyüyor. Yeni uçak siparişleri ve yeni bakım üsleri planlanırken, tecrübeli iş gücüne yatırım yapanlar ve artan elaman ihtiyacını doğru biçimde istihdam ederek karşılayanlar yükselmeye, geri kalanlarsa çökmeye mahkûm olacaklar. Çalışanını koruyamayan, ona hak ettiği değeri ve ücreti sunmayanlar tecrübeli iş gücünü kaybetmeye devam edecekler. Bakanlıklara yetki tespiti başvurusunda bulunan sendikalar henüz görüşmelere bile başlamadı. Muhtemeldir ki asgari ücrete yapılacak zamların ve yıl sonu enflasyon rakamlarının da netleşmesiyle taslaklardaki zam oranları ve istenecek refah payı miktarları da şekillenecek. O nedenle sendikaların ellerindeki kartları önden göstermek istememeleri ve rakam telaffuz etmemeleri bir strateji olarak görülebilir.
Ama herkesin temelde mutabık olduğu birçok detayı bizlere bile aktardıkları konularda muhakkak öneriler ve talepler gündeme gelmeli ve çözüm üretilmeli. Hala bu asırda sofradan aç kalkan ve karnı doymadan çalışmak zorunda olan çalışan kabul edilemez. Yıllık izinler konusundaki haksız baskılar asla kabul edilemez. Hem kabin memurlarının hem de Hat bakım operasyonunu yönetenlerin üstündeki çıkmaz durumun herkesi isyan eşiğine getirdiği görülmeli. Yetkili teknisyenlerle yetkisiz teknisyenlerin arasındaki ücret makası maalesef çok kısaldı. Haklı olarak aldıkları risk ve üstlendikleri sorumluluk karşısında, düşük ücretle beklenen yüksek performans ne zamana kadar sağlanabilir ki?
Havada gecesi gündüzü, kışı yazı, bayramı tatili olmayan kabin memurlarının üzerlerindeki baskı ve yetersiz koşullardaki ağır iş yükü için somut çözümler üretilmeli. Hala otopark kavgaları, hala terminallerdeki koşuşturma ve yetişme telaşları aşılamadı. En ufak bir kusurda hiçbir güvencesi olmayan sürekli tehdit ve baskılara maruz kalan bu insanlara kim sahip çıkacak. Yıl sonu geldi hala ne bir banka promosyonu ne kâr payı ikramiyesi olayı bile netleşmedi. Bir taraftan iş baskısı ve titizlikle büyük bir ayrıntı yükleyin insanlara, bir yandan da tüm dayatmaları kuzu gibi kabullenmelerini bekleyin.
Şimdi ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama ardınızda korkuyla bastırılmış sessiz bir isyanlar ordusu biriktirdiniz. Hangarlarda ve terminallerdeki ekip odalarına bile kulak verseniz yeter, anlardınız gerçek tepkileri.
Türkiye Hava Sahasında İHA’ların Anlattıkları
Son haftada Türkiye hava sahasında ve kara unsurlarında tespit edilen üç ayrı insansız hava aracı vakasını “rutin ihlal” diye okumak yanlıştır. Çünkü mesele birkaç metal yığınının düşmesi değildir. Mesele Türkiye’nin gökyüzünde kimin ne yaptığını anında görmesi ve gerektiğinde tereddütsüz karşılık vermesidir.
Bu olaylar Türkiye’nin reaksiyon kabiliyetini ortaya koymuştur. Düşen İHA’lar bir sonuçtur; asıl hikâye, tespitten angajmana uzanan zincirin kusursuz işlemesidir.
Bugün gökyüzü diplomatik nezaketle değil, askerî gerçeklikle konuşur. Türkiye de bu dili fazlasıyla iyi bilmektedir.
F-16 ile İHA Düşürmek: Güç Gösterisi, Nokta
15 Aralık’ta Karadeniz yönünden yaklaşan bir İHA’nın F-16’larla düşürülmesi tesadüf değildir, refleks hiç değildir. Bu, bilinçli, hesaplanmış ve mesaj yüklü bir tercihtir.
Bir: Teknik yeterlilik.
Orta-yüksek irtifada, düşük radar kesitli bir hedefe karşı en doğru çözüm hava-hava önlemedir. Hava savunmasını ezbere değil, duruma göre kullanan bir doktrinden bahsediyoruz.
İki: Kontrollü angajman.
Kimliği belirsiz, dost-düşman tanımı yapılamayan bir platformda görsel teyit ve esnek karar alma esastır. Bunu sağlayan da ileri seviye hava kuvvetleridir.
Üç: Mesaj.
Bir İHA’yı jetle düşürmek stratejik bir cümledir. “Bu bir hata değil, ihlaldir. Ve biz buna izin vermeyiz” demektir. Türkiye angajman kurallarını gevşetmemiş, aksine disiplini sertlikle birleştirmiştir.
Orlan-10: Sorun Düştüğü Yer Değil, Uçtuğu Süredir
Kocaeli İzmit’te düşen ve Orlan-10 olduğu değerlendirilen platform, meseleyi netleştiren en açık örnektir. Orlan-10 silah taşımaz. Çünkü görevi öldürmek değil, bilgi çalmaktır. Bu tür platformlar radarları dinler, frekansları çözer, reaksiyon sürelerini ölçer, birlik hareketlerini analiz eder. Silahsız olması masumiyet değil, sofistike bir tehdittir. Türkiye bunu bilmeyecek bir ülke değildir. Aksine bu alanda dünyaya ders vermiş bir tecrübeye sahiptir.
Balıkesir’deki Kimliksizlik: Gri Alan Oyunları
Balıkesir’de bulunan ikinci İHA’nın menşeinin açıklanmamış olması da bir zafiyet değil, oyunun kuralıdır. İşaretsiz, seri numarasız, sivil bileşenlere benzeyen platformlar “inkâr edilebilirlik” için kullanılır.
Ve evet, Türkiye bu oyunun da farkındadır.
Bu Bir Tesadüf Değildir
Üç olay yan yana konduğunda tablo tartışmasızdır:
- Karadeniz ekseni
- Batı ve Kuzeybatı Anadolu yoğunluğu
- Silahsız ama ISR odaklı platformlar
Kaç saniyede tespit ediliyor?
Hangi sensör devreye giriyor?
Nasıl ve neyle angaje olunuyor?
Türkiye bu soruların tamamına sahada cevap vermektedir.
Askeri Gerçek Net: Türkiye Gökyüzünde Oyuncu Değil, Hakem
Bu vakalar birkaç temel gerçeği teyit ediyor:
- Çok katmanlı hava savunma Türkiye için tercih değil, doktrindir.
- Pasif sensörler ve elektronik harp artık ana omurgadır.
- İHA’ya karşı İHA ve elektronik harp kabiliyeti sürekli güncellenmektedir.
- Türkiye, bu tehditleri teoride değil sahada öğrenmiş bir ülkedir.
Yerli İHA tecrübesi Türkiye’yi hem hedef hâline getirir hem de bir adım öne taşır. Bu farkı herkes bilir.
Bu yaşananlar olağanüstü değildir. Yeni normal budur.
Barış zamanında bile hava sahası dokunulmaz değildir.
Geciken müdahale zafiyet üretir;
Türkiye gecikmez.
Mesele kaç İHA’nın düştüğü değildir.
Mesele kaç saniyede fark edildiği ve nasıl susturulduğudur.
Hepinize sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir hafta diliyorum…






