Değerli Okurlar,
İstanbul Havalimanı’nda tarihe geçen bir gelişmeyi yazmak istiyorum. Ancak bu sadece teknik bir başarı değil, Türkiye’nin küresel havacılıktaki yerini bir kez daha pekiştiren büyük bir vizyonun eseri. Nisan 2025 itibarıyla İstanbul Havalimanı üçlü bağımsız pist sistemini devreye sokarak dünya havacılık tarihine geçiyor. Ama gelin asıl gurur verici olan bu başarıyı bir adım daha öteye taşıyan dördüncü pist hedefi ve onun ardında yatan derin anlamı üzerinde duralım.
Evet İstanbul Havalimanı artık aynı anda üç uçağın bağımsız olarak iniş ve kalkış yapabileceği bir yapıya kavuşmuşken, bu altyapının çok daha fazlasını kaldırabilecek kapasitede olduğunu söylemek gerekiyor. İGA yetkilileri mevcut altyapının dörtlü pist operasyonları için de hazır olduğunu belirtiyor ve bu sistemin yakın gelecekte faaliyete geçeceğini duyuruyor. Bu sadece İstanbul için değil tüm Türkiye için tarihi bir adım çünkü İstanbul Havalimanı, sadece Türkiye’nin değil, bölgesinin en önemli hava ulaşım merkezi olma yolunda hızla ilerliyor.
Geçmişte hayalini bile kuramadığımız bir havalimanı ve onun sağlam temelleri bugün hayat bulmuşken, önümüzdeki yıllarda dördüncü pistin faaliyete geçmesiyle birlikte, Türkiye’nin havacılıkta çok daha büyük bir aktör olacağından hiç şüphem yok. Gelecekte İstanbul Havalimanı’nda uçacak her bir yolcu, bu devasa projenin sadece bir parçası olmanın ötesinde, Türkiye’nin büyük bir ekonomik, ticaret ve kültür merkezi olma yolundaki kararlılığını hissedecek.
Yerli Motor, Bağımsızlık ve Parayı Kimseye Yedirmemek
Hadi itiraf edelim, yıllarca dışa bağımlılıkla savaştık, ama işin tuhafı, bu savaşı kazandıkça başımıza yeni dertler açtık. Öyle ki bu dışa bağımlılık meselesi o kadar can sıkıcı bir hal aldı ki, bir ara “Keşke kendi motorumuzu yapabilsek!” diye düşündük. Tam da bu noktada Baykar devreye girdi, “Haydi bakalım, ne bekliyorsunuz? Motoru yapıyoruz!” dedi ve işi çözüme kavuşturdu.
Şimdi, Baykar’ın geliştirdiği TM-100 motoru, bir devrimi simgeliyor. Hadi ona motor demeyelim, yerli bağımsızlık manifestosu diyelim. Çünkü bu motor daha önce Bayraktar TB2 SİHA’larında kullanılan Rotax 912 motorunun yerini alacak ve tek bir cümlede söyleyeyim: Türkiye artık başkasına motor parasını ödemeyip, gökyüzünde yerli motorla uçacak.
Ve evet, sonunda bu adım atıldı. TM-100 ile yıllık 6 milyon dolar tasarruf hedefi var. Bunu basitçe anlatmak gerekirse her yıl cebimize 6 milyon dolar daha giriyor. Şimdi, size soruyorum: Bu motoru geliştiren mühendisler, sadece işlerini değil, aynı zamanda “Dışa bağımlılığa veda!” diyerek Türkiye’nin cebini de dolduruyorlar. Ekonomik bağımsızlık da cabası. Çünkü motoru dışarıdan almak, her yıl başkalarına para kazandırmak demek. Yerli üretim ise “Ben bu parayı kendim kazanırım” demek. “Bağımsızlık” dedikleri şey tam olarak bu.
TM-100 sadece Bayraktar TB2’yi değil, AKINCI ve KIZILELMA gibi projeleri de ateşleyecek. Ne demek bu? Her yeni motorla Türkiye’nin gücü artıyor, dışa bağımlılık azalıyor, emniyet politikaları daha sağlam temellere oturuyor. Baykar bir taşla bir değil, beş kuş vuruyor. Hem havada emniyeti sağlıyor hem de yerli motorla ekonomiye katkı yapıyor.
Kolay Lisans, Zor Gerçeklik: Havacılık Sektöründe Çıkmaz Sokak
Kolayca lisans almak, ne yazık ki havacılık sektöründe yeterlilik anlamına gelmiyor. Birçok kişi modül sınavlarının adını bile duymadan bir şekilde “yetkili” olmaya çalışıyordu. Babamın yıllar önce söylediği bir söz aklımda: “Bu kadar kolay alınan lisanslar sektöre zarar verir.” O dönemde bu sözün ne kadar doğru olduğunu anlamamıştım.
Gerçekten EASA lisansı almak sadece bir kâğıt parçası olmamalı; bu hak ederek alınması gereken bir yetkinlik olmalı. EASA (Avrupa Havacılık Emniyeti Ajansı), havacılık sektöründe emniyeti sağlamak adına uçak bakım personelinden yüksek standartlarda eğitim ve testler talep ediyor. Bu lisans yalnızca bir yetki değil; aynı zamanda bir güvenlik teminatı ve uzmanlık simgesidir. Yani uçak teknisyenlerinin EASA lisansını alabilmesi için saatler süren eğitimlerden, sınavlardan ve pratik testlerden geçmesi gerekiyor. Hayatını bir uçağa emanet ediyorsan, o kişinin her şeye hazır olması gerekmez mi?
EASA lisansına sahip olmak, sadece uçak bakımında değil, tüm havacılık sürecinde yüksek emniyet ve profesyonellik gerektiren bir standarttır. Bu lisansa sahip olmak, bir emniyet imzası atmak gibidir ve bu imza, havacılıkla ilgili her adımda hayat kurtarıcı olabilir. Ne de olsa, bir imza bir hayat kurtarabilir… ya da bir uçağın inişini.
Son ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) denetimlerinde, maalesef sınıfta kaldık. En düşük puanlardan birini de personel lisanslandırmasında aldık. Peki, bu sorumluluğun sahibi kim? Eğer EASA normlarını kopya yapıştır anlayışıyla uygulamaya çalışıyorsak ve memur zihniyetinden çıkamıyorsak, çözüm aramak ne kadar anlamlı olabilir? “Çalışanların emeği yeterince değerli değil” yaklaşımını ne kadar daha sürdürebiliriz? O zaman bu kadar mükemmel bir sistemin nasıl bu kadar zayıf bir uygulamaya dönüştüğünü sorgulamamız gerekmez mi? Belki de sektörün “kopyala-yapıştır” işlemi EASA’dan bile önce kendi yazılımında hata verdi!
Yurt dışına giden, yıllardır sorunsuzca çalışan pek çok havacılık profesyoneli var. EASA lisansı almış ancak kendi ülkelerinde büyük zorluklarla karşılaşan bu kişilerin yaşadıkları bizim için ders olmalı. Eğer EASA lisansı gerçekten bu kadar mükemmel bir sistemse, o zaman Türkiye’de de neden aynı kolaylık sağlanmıyor? Engellemelerle, çalışanların hakkı teslim edilmiyor. Aynı şekilde, “parayı veren lisans alır” anlayışının karşısında, biz gerçekten “uzmanlık” ne demek, bunu anlamak için kaç kere daha dayak yememiz gerekiyor? Gerçek uzmanlık, bazen sadece kâğıt parçasıyla değil, işin içine biraz daha “el becerisi” katılarak elde ediliyor. Yoksa her şey bir “uçuş” kadar kolay olabilir mi?
Bence sektörün yapısının değişmesi gerekiyor. Havacılık sektörü memur zihniyetinden çıkarak hızla gelişen global düzene ayak uydurmalı. Aksi takdirde genç yetenekler yurt dışında aradıklarını bulmaya çalışacak ve biz bu durumu ne kadar süre daha göz ardı edebiliriz?
Bazen uçuşa geçmeden önce sağlam bir kalkış yapmak gerekir. Yoksa, “uçuşa geçeceğiz” derken bir bakmışsınız, uçak hala pistte!
Hepinize mutlu, sağlıklı ve iyi bir hafta diliyorum…