Ben, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında medeniyetten nasibini hiç alamamış, dünyevi nimetleri henüz tadamamış Karadeniz’in bir köyünde doğuldum. (Azerbaycan Türkleri bu kelimeyi en doğru haliyle böyle kullanır.) Oradan Doğu Anadolu’nun köy kadar olan bir kasabasına göç etmişiz. Köyümde ve bu kasabada insanlar kadar hayvan diye adlandırdığımız dostlarımızla da haşir neşirdik. Renklerine ve davranış biçimlerine bakarak onları adlandırır ineğimize sarı kız, çoban köpeğimize de duman derdik. Soframızda yerleri yoktu ama bizler yediklerimizi onlarla paylaşırdık.
2000’li yılların başıydı. Akşam yorgun argın eve gelince sebebini bilmediğim bir gizemli hava var gibi geldi bana. Aradan bir süre geçtikten sonra ayak dibimde bir karaltı görür gibi oldum. Önce kedi midir acaba derken minik bir köpecik bana doğru gelince bir an panikle kalktım. Uzun yıllar sonra ilk kez bir köpek bana dokunmuştu. Meğer bana sormadan oğluma Mısır Çarşısı’nda bir köpek satın almışlar. Bağırıp çağırınca o gece evimizde istenmeyen bir misafir olan bu köpeği ertesi gün aldıkları yere geri verdiler. Aradan yıllar geçti. Oğlum, eşiyle bir Bursa seyahatinde bir köpek almadan önce eşime telefon açarak “Biz bir köpek alsak, ara sıra bakar mısınız?” diye sormuş. Eşim de “Olur” deyince henüz üç aylık olan Amerikan Cocker cinsi dişi köpeği İstanbul’a getirdiler.
Üç ayda bir traşa, yılda 12 kez aşıya ve hasta olduğu zaman Cerrahpaşa Veteriner Fakültesi’nin Avcılar’daki Hayvan Hastanesi’ne gittik geldik. Son gidişimiz iki hafta önce oldu. Kan tahlili, röntgen ve MR çekiminden sonra Lady’nin akciğerinde yumurta büyüklüğünde bir kitle var dediler ve raporları elimize verdiler. Rahmetli arkadaşım Volkan Konak’ın babası için söylediği “Ey gidi Cerrahpaşa” şarkısındaki o sözleri geldi aklıma. Biopsy dedikleri parça tahlilinin sonucu ise üç satırlık bir maille geldi. “Merhaba, hepatoselüler karsinom sonucu çıkmış. Onkoloji hocamız var burada, size randevu ayarlayabilirim. Gidişat ve kematerapi hakkında konuşabiliriz”.
Dediler ki “Açar bakarız. Kötü huylu olan kitleyi alabilirsek birkaç ay daha yaşar. Yok temizlenmeyecek gibi bir durum varsa size kararınızı sorarız.” Ailece çıkıp açık havaya çıktık. Sanki boğuluyor gibiydim. En son babamın cenazesinde kana kana ağlamıştım. Orada da doya doya ağlayıverdim. Bir yerde oturup, gelecek iyi haberi bekliyorduk. Çok geçmeden o telefon geldi ve bu işin tıbbi olarak mümkün olamayacağı, kararımızın ne olduğu soruldu. Ona veda etmemiştik çünkü onu geri alacağımızı ümit ediyorduk. O zor kararı ailece verdik ve Lady’mizi sonsuz uykuya sevk eden iğnenin vurulmasını kabul ettik. İki saat sonra Lady’imizi kefenlenmiş olarak karton bir kutu içinde teslim aldık ve kara toprağın bağrına teslim eyledik. İki hafta içinde melek oldu uçtu gitti.